Hindistan’da şu ana kadar sadece iki farklı şehirde, farklı yemek kültürleri deneyimledim. Dubai’den sonra Goa’daydım, şimdi ise Mysore’dayım ve burada da farklı tatların içinde yüzüyorum. Genellikle pilav, patates, chapati dedikleri hamurdan pideler, bol sebze, bol baharat ve eksik olmayan acı, mutfağın olmazsa olmazı. Ama bahsettiğim acı öyle yemeklerin üzerine serpiştirilen Tabasco, Sriracha veya kırmızı pul biber gibi hafif tatlar değil. Onlar benim bebeklerim, normalde severek de eklerim yemeklerime.
Buradaki acıysa bambaşka bir boyutta—sanki bir anda 4-5 tane Mexican biberini ağzına atmışsın gibi, resmen volkan patlaması! Komik olan şey ise, “Little spice” (az baharatlı) rica ettiğin hâlde önüne gelen yemeğin hâlâ seni gözyaşlarına boğacak kadar acı olması. Neyse ki Mysore, Goa’ya kıyasla daha Avrupai bir ortama sahip olduğu için burada yemekler biraz daha anlayışlı ve nazik. O yüzden kendimi şanslı hissediyorum!
Gel gör ki, ne kadar hafif acılı yemiş olsam da yakın zamanda buralarda salgın olan virütik mide enfeksiyonuna yakalandım. Doktorlar, belirtilere bakarak buraya gelen birkaç kişiden biri olduğumu söylediler. Büyük ihtimalle yediğim yemeklerden veya sudan kaynaklandı. Zaten nasıl Bali’de “Bali göbeği” dedikleri bir durum varsa, burada da bu tür şeylerin yaşanması gayet normal. “Bunu da atlattık, hayırlısıyla Hindistan’a giriş kurdelesini kestik.” diyerek olayı törenleyebiliriz.
Bedenimde cirit atan bu bakteri ve virüsleri, doğal bir Hintli olmanın tescili olarak kabul edebilir miyiz? Dürüst olmam gerekirse günlük rutinimde, çok titiz olabileceğim noktada değildim. Geniş takıldım. “Aman oraya basma, buraya dokunma.” kafasıyla Hindistan’da günlerini geçiremezsin. İstersen her şeyden nem kapabilirsin. Fakat yemek konusunda inan çok temkinliydim. “Sokak yemeği mideme iyi gelmez, yağlı yemek beni mahveder.” diyerek geri durdum. Ama hayat en çok dikkat ettiğin yerden vurmaz mı? Meğer benim mide, Kıbrıs kraliyet ailesinin asil ve narin hassasiyetini taşıyormuş. Pamuk gibi büyüyoruz Kıbrıs’ta, paamuuuk!
İlk gün “Biraz dinleneyim, bolca su içeyim, geçer.” dedim. İkinci gün “Tamam, toparlanıyorsun, yaparsın.” diye kendimi motive ettim. Ama sonra bir anda fark ettim ki, tuvaletle istemeden de olsa fazlasıyla yakın bir ilişki içindeyim. “Sanırım hastaneye gitmem gerek.” derken buldum kendimi. Hastane yürüme mesafesindeyken bir baktım, kapısız motor taksiler olan *“tok tok”*lardan birini çağırıyorum.
O süreçte, insanın “Ben bunu da atlatırım.” noktasından “Ölüyorum galiba.” noktasına kısa sürede gelebilmesi o an çok gerçekse, şu an komik geliyor. Allah’ın sopası yok gerçekten! Ne bu özgüven ağa? Yardım istesene!
Ne işin var zaten Hindistan’da, aklını mı arıyorsun ama? “Ne zaman dönecen?” derken net duyuyorum seni. Bu kadar yolu bilerek geldim. Daha anlatmadığım güzel fırsatlar çıkmış karşıma, bırakır mıyım o kadar kolay?
Hastaneye girdiğim an hâlimden bir haber gibi, resepsiyondaki arkadaş “işi gereği” benim bilgilerimi almaya başladı. Ayakta zor durmaya çalışırken, “Vizen var mı? Pasaport numaran? Hint numaran?” gibi sorulara cevap verirken bir de bana “Babanın ismi ne?” diye sordu! O an resepsiyondaki kardeşin ağzına 10 adet Mexican biberi sokmayı hayal ettim. Vizede yazmıyor çünkü babamın adı! Tabii ki işini yapıyor ama öldükten sonra işi kalır mı benimle? Hintliler = Sabır… Üniversite hayatımda İngilizceyi bülbül gibi konuşan ben, o an sadece “Çabuk doktor!” diyebildim.
Zaten sadece hastanede değil, genel olarak hayatları yavaş. Dünyanın en büyük popülasyonuna sahipler ama yavaş yürüyorlar, birbirlerine bağırdıklarını görmen çok nadir bir durum. Çok ufak ve hızlı olabilecek bir işin tamamlanması için uzun bir süre beklerken buluyorsun kendini. Kıbrıs’ı aratmıyorlar yani.
Hindistan’a gelmeden önce bu tür virütik durumların bilinciyle geldim ama insan içten içe bir güveniyor, “Yok ya, bir şey olmaz.” diyen bir ses var ya, işte o rahat getiriyor seni buraya. Şunu birlikte kabul edelim ki, bu kadar yolu bu konuları bilerek geliyorsan normal olma ihtimalin pek yüksek değil. Hatta bu durumu etrafım tarafından tescilleyen bir anımda, arkadaşımla görüntülü muhabbetimiz sırasında etrafımdaki insanlara bakıp, ağzımdan çıkan cümle şu oldu: “Buraya gelen hiç kimse normal değil ve herkes bunun farkında.”
Cümleyi söylememin üzerinden 10 dakika geçmişti ki, yanımda oturan, İngilizce konuşan ve ikisi de farklı ülkelerden olup Türkçeyi asla bilmeyeceklerinden emin olduğum iki kadının arasında aynı cümle geçti! Bakın, tesadüf diye bir şey yok. Hindistan’a gelen yabancılar da bunun gayet farkında. Bu kadar yolu, bu deneyimi yaşamayı göze alarak geliyorsan, normal olmadığını kabul edebildiğin içindir.
Yakın bir zamanda hastane sürecimde bana yardımcı olan çok tatlı bir insandan bahsetmek isterim. İstanbul’dan Verda, ilhamım! Kendisi masöz ve bayağıdır Hindistan’da. Her şehirden bir sürü insan tanıyor. Herhangi bir konuda yardıma ihtiyacın varsa, o kadar dallı bir insan bağlantısı var ki hemen işini anında çözüyor. Onun Hindistan’da yaşadığı hikâyeleri bir dinlesen, ağzın açık kalır. Nerede kalacağın, ne yapacağın belirsiz hâlde “Belki sokakta yatabilirim bu gece.” derken, aniden o gün içinde kalacak yerini bulabilme mucizelerini hayretler içinde sindiriyorsun.
Hindistan böyle bir yer arkadaşlar. Kalbin bir şekilde seni bu kıtaya çağırmışsa ve sen buraya adımını atmışsan, sana tüm olanakları, yolunu en hayırlı hâlde gerçekleştirebilmen adına önüne sunuyor. Yaşadığın mucizelerden sonra bu tür hastalıklar veya yerde b*k görme gibi durumların aslında sana nimet olduğunu anlamaya başlıyorsun.
Arkadaşlar, dünyanın farklı yerlerinde herkesin gözü önünde bir sürü insan savaştan ölüyor, yakın zamanda Kıbrıs’ta eşekleri vurdular, kadın hakları, çocuk hakları… Yani bunca şey adalet ararken, hayatının normal olduğuna inanmak sence gerçekçi mi? Vicdanlara soruyorum.
Hâlâ normal olduğuna inanıyorsan… That’s the way, aha aha, I like it! Farkında olmasan da aslında en deli sen oluyorsun.
Dünya hikâyesinin içinde yaşanılan en kabul edilebilir durum, birkaç gün virüsten kusup sıçmış olma hâli bence.
Evet, burada herkes deli. Kendi içlerinde cevabını aramaya çıkan yolcular var çünkü dışarıdaki cevapların pek hayrını görmedikleri için. Amaçsızca kendi içinde cevapları bulmaya, kalbin pusulasıyla ilerliyorlar. Nietzsche’nin sevdiğim bir cümlesi var:
“Delilik, bireylerde nadir; ancak gruplar, partiler, uluslar ve çağlar içinde kuraldır.
”
Hindistana gitmiş kadar oldum. Senin takip etmeye çalışırken sankide seninle birlikte yaşıyorum
Bayıldımmm❤️❤️❤️